"Olay şöyle oldu Hakim Bey ben anlatayım en baştan; İnsan çocukken, anasında babasında ne yoksa onu arıyor demek ki. 14-15 yaş da çocuk yaşı bence. Annem sürekli bir evi çekip çevirme telaşında,
baba desen ne
iş bulsa onun peşinde, kolay değil evde kaç nüfus onun eline bakıyor. Yani evde a’federsin
aşk yok Hakim Bey. Zaten daha yeni genç olmuşum, kalbim her daim ağzımda, televizyonda izliyorum dizileri, nasıl da tutkulu aşklar, kıskançlıklar, vazgeçememeler. Çocukmuşum daha ama kazınmış aklıma, “ben aşık olup evleneceğim” dedim.
İstedim ki uyurken yüzüne keyifle bakayım, bir bulgur bile pişse evde soframı özenerek kurayım. Ben bunun afedersin yeşil gözüne kandım Hakim Bey. Yeşil böyle çayır çimen ormandır ya hani; ruhum kanatlanıp uçacak sandım. Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım. Çocuk da değildim artık ya işte insanın gönlü kaymayıversin. Kabul ediyorum. Buraya kadar benim suçum. O çok ağladığım
film gerçekmiş;
sevgi emekmiş, bilemedim. Cahilliğime verin. Ama yeminle gerisinin günahı bende değildir.
28 gün sürdü o yeşil gözlerin derinliği, 29. gün yediğim yumrukla al oldu elmacık kemiklerim, sonrasında öğrendiğim; morluklar iyileşirken yeşile dönüyor
insan derisinin rengi. O’dur yani. Bitmedi Hakim Bey. Bir yumrukla bitmedi. Ne
iş yaptığını bilemiyordum, dükkanı vardı esnaf sanıyordum. Milleti haraca bağladığından, tefecilikten kazandığı ile benim çorba kaynattığımdan haberim yoktu. Her öğrendiğim yeni bir iz oldu bedenimde. Allar mora, morlar yeşile dönüştü. Ben zaten elimden geleni yaptım. Mahkemede ben değil, o sanık olsun istedim.
Her bir fiskeden sonra karakolda aldım soluğu. İnsanım sandım devlet nezdinde. Devletin verdiği nikah cüzdanı benim yaralarımdan daha geçer akçe çıktı. Her seferinde benzer tavsiyeler ile yollandım karakoldan. Azıcık sabırlı olacaktım,
yuva kolay kurulmuyordu, biraz suyuna gideydim, erkeklik onurunu rahat bırakaydım.
Aile içinde olan biraz da
aile içinde kalsındı. Canım çok yanıyordu ama Hakim Bey. Onun erkeklik onurunun limiti yoktu. Fasulye kılçıklıysa onuruna mı dokunuyordu? Çocuk yaramazlık yaparsa gururu mu zedeleniyordu? Halı bizim namusumuz muydu da leke olunca beynimde patlıyordu? Ellerime bakın Hakim Bey, çamaşır suyu ile çatlamıştır, bir de ciğerimi görebilsek keşke, kederden ve soluduğum deterjanlardan çoktan solmuştur.
Dedim ki kendime, benim canım değilse de,
kendi parası, yasası bu devletin önemlidir. Bu adam yasaları çiğniyor, bari gideyim onu ihbar edeyim. Dövmekten yargılanmazsa, eve giren kanlı paradan yatsın bari. En azından soluk alırdık birkaç yıl kızımla ben. Kızım var benim Hakim Bey, ellerinizden öper. Çok akıllı çok usludur aslında.
Hamileyken yediğim dayaklardan bir haller oldu sanırdım başlarda. Ama demek ki anasına daha da dert olmamak için Tanrı vergisi sakin oldu yavrucak. Benim ihbarlar kafi gelmedi. Savcıya söyler sandığım
polis gitti durumu
koca dediğim adama anlattı. Yolun başında göründüğünde anladım. Malum olmuştu zaten, kalbim ağzımda atıyordu gün boyu. Analık refleksi de istersen Hakim Bey, ilk
iş kızıma sarılıp kokladım. İnsan öleceğini anlıyor biliyor musun? Kırar gibi çaldı kapıyı. İlk 10-15 dayaktan sonra,
insan korkmaz oluyor kaba dayaktan. Canının ne kadar yanacağını biliyorsun. Acı eşiğin de yükseliyor. Yine de her seferinde yüreğin ağzına geliyor, için kanıyor gibi hissediyorsun. İçin kanarsa ölürsün.
Biz filmlerden,
biz ölenlerden öyle gördük. Dayaktan değil de ölmekten korkar oluyor insan.
Öyle bir ölüm korkusu vardı yine içime. Ama ilk kez o
gece çocukken anamın yaptığı keşkeğin tadı geldi ağzıma. Bir de çocukluğumdan kısacık bir piknik anısı, ayaklarımı dereye sokmuş oynarken annemin elime tutuşturduğu
ekmek arası köfte, bir de kızım doğduğu
gece kucağımda bir
bebek kokusu ile daldığım yorgun ama mutlu ilk
uyku İnsanın hayatı bir
film şeridi gibi geçiyorsa ölmeden önce gözlerinin önünden; işte benim mutlu sahnelerim de bu kadarcıkmış demek ki. “Çocuğu odaya götür” dedi bana. Ahlakı da bu kadar işte, anasız kalsın çocuk, ama anasını da ölü gözleri tavana bakarken hatırlamasın istedi herhal.