DÜNDEN BUGÜNE EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR

Yazının icadından bu yana insanlığın edebiyatın başlangıcı olarak kabul edilebilecek en önemli eseri nitekim kitaplardır. Kimi `zaman` bir `oyun ,` kimi zamansa bir öykü yahut bir `roman` olarak karşımıza çıkıyor `kitaplar` geçmişten geleceğe. Her bir `kitap` türü ne olursa olsun, farklı farklı izler bırakır yüreklerde. İşte insanlığın yüreğine iz bırakan en seçkin eserler...

maria barbara

Dünya edebiyatının temel metinlerinden biri olan İlahi Komedya, yedi yüz yıllık geçmişiyle birçok edebi esere ilham kaynağı olagelmiştir. Dante’nin hem yazarı hem de baş kahramanı olduğu bu destansı anlatıda ölümden sonraki hayata yapılan yedi günlük bir yolculuk anlatılır. Dante, sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennet’ten geçerek buralardan edindiği izlenimlerini okuyucuya lirik bir dille aktarır. Böylece Orta Çağ Batılı insanının zihnindeki “ahiret” algısı gözler önüne serilirken, ortaya tarihin en uzun şiirlerinden biri çıkmış olur. Nurseren Yurtman’ın yıllara dayanan çalışmalarıyla notlandırarak İtalyanca aslından Türkçeye çevirdiği bu ölümsüz eser, sadece edebiyat meraklılarının değil, araştırmacıların da gözden kaçırmaması gereken eşsiz bir kaynak.

Bu şahane kitap 20. yy.ın sömürgecilerine karşı bir ulusun verdiği onur mücadelesini anlatıyor. Bu topraklarda geçen, hiçbir satırı kurmaca taşımayan; tamamı Türk, Yunan, İngiliz devletleriyle uluslararası kurulların raporlarında, yerli/yabancı gazetelerde ve o günleri yaşamış insanların belleklerinde/anı kitaplarında belgelenen olaylar… Sadece belgelere atıfta bulunan dipnotlar kırk yedi sayfa sürüyor! Bu coğrafyayı,tarihi, bu Anadolu’yu bilmeyen yabancı bir göz okuduğunda yazar fazla abartmış diyebilir, yaşananlar öyle olağanüstü.
Yazar önce Mondros Mütarekesi’yle II nci İnönü savaşı arasında geçen dönemi özetliyor. Peşinden altıyüzelli sayfalık bir destan Sanki elinde kamera varmış gibi bir Türk tarafına, bir Yunan tarafına; bir İstanbul’a, bir İngiltere’ye odaklıyor bakışlarını (Belki bu akış şekli kimi okuru rahatsız edebilir) . Ve bu ahlaksız işgale dağıyla, çiçeğiyle, insanıyla, hayvanıyla; canlı-cansız bütün varlığıyla topyekün direnen Anadolu’yu anlatıyor. Adını hiç duymadığımız, ama biz bilmesek de bu temele kanını harç yapmış,kefenine sarınıp ta işgalcinin
karşısına dikilmiş, kim bilir hangi gelinciğe kök olmuş binlerce insan… Adım adım, gün gün izliyoruz bu büyük mücadeleyi.

Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsüdür.Simyacı'yı bulmak kendini bulmaktır... Simyacı'nın dünya çapında bu kadar satmasının sebebi belki de kılavuzculuk niteliğinin ön planda olmasıdır.Simyacı'yı okumak herkes uykudayken şafak vakti güneşin doğuşunu beklemektir.

Romanın konusu çağdaş Rusya dir. Kahraman çağdaştır, o yılların bütün acılarını, yaralarını içinde taşıyan genç bir öğrencidir Raskalnikov fakir ve iyi niyetli bir üniversite öğrencisidir. Maddi imkansızlıklar sonucu eğitimi bırakmak zorunda kalmış, kirasını bile doğru dürüst ödeyemediği pis ve köhne bir odada yaşamaya mecbur olmuştur. Maddi olarak çok sıkıştığı anlarda, para edebilecek eşyalarını rehin bıraktığı faizci bir yaşlı kadın vardır. Kadın kötüdür, kadın faizcidir, kadın insanların zor durumda kalmalarından yararlanan bir insandır.Tabii bu fikirler Raskalnikov’u suça iten bahanelerdir…
Raskalnikov kadını öldürecek, paralarını alacak, öğrenimini tamamlayıp topluma faydalı bir insan olacaktır. Günlerce kafasında ölçer biçer. Muhakkak ki topluma faydalı bir Raskalnikov, faizci bir kadından çok daha iyidir diye düşünür ve kadını öldürür.Kitap Raskalnikov’un vicdan muhasebesiyle devam eder. Raskalnikov’un kendi için yaşama tutkusu onu iç dünyasında yüceleştirir ve hak, hukuk kavramlarının tamamını alt üst ederek çözümlemelerde bulunur. Fakat tasarladıkları altında boğulur ve tüm psikolojisi çöker. Kitap boyunca olayları Raskalnikov’un gözüyle görüyor,
Istırabı onunla yaşıyorsunuz. Kitabın diğer bir özelliği de, kominizm’in yayıldığı bir dönemde ve yerde, kahramanların dine yönelmesi. Yazar; özellikle en günahkar görülen karakterleri (Sonya ve Raskalnikov) inanca yöneltmiştir. Kimlikler değil, kişilikler önemlidir mesajı da verilmek istenmiştir. Suç Nedir? Ceza Nedir? Amaca ulaşmak için her yol mubah mıdır? Raskalnikov haklı mı? Asıl suçlu kim? Raskalnikov mu? Toplum mu? Tefeci kadın mı? gibi soruları düşündüren yazar her okurun kendisine göre,inançlarına,hayata bakış açısına göre yorumlayabileceği,fikir edineceği bir üslup takip etmiştir.

Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanı başkaldıran, mecbur insanın destanıdır. Romanın baş kahramanı olan Memed, kişisel öcünü alır, fakat köylüler onun yakasını bırakmaz. İnce Memed halkın yarattığı bir kahramandır, bu nedenle halkın rahatını sağlamaya, bolluk ve bereket kazandırmaya, haksızlıkları önlemeye mecburdur. Hükümetin yapamadığını halk kendi kahramanından bekler.Cumhuriyetin ilk yılları olduğundan henüz bir kargaşa ortamı vardır. Köylü kendi kaderine terk edilmiş, eşraf ve ağalar toprak kazanma ve köylüyü sömürme yarışına girmiş, yöneticiler de eşraf ve ağalarla işbirliği yaparak, her biri bir yandan halkı ezmektedir. Bunlara karşı çıkmak için halkın önünde iki seçenek vardır: Ya bir kahramana ya da dinî bir lidere sığınmak. Bu kahramanı, olağanüstü özelliklerle süsleyerek kendilerine bir kurtuluş umudu yaratacaklardır. Hükümetin duyarsız kalması nedeniyle haksızlıkları önleme, zalimleri cezalandırma görevi soylu bir eşkıyaya, yani halkın kendi yarattığı bir kahramana, İnce Memed’e verilmiştir.

Kürk Mantolu Madonna Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak tefrika edilir ve kitap olarak da ilk kez 1943 yılında Remzi Kitabevi tarafından yayımlanır.
Romanın yazılmasında, başta yazarın duygu ve düşünce dünyasında yer edinen insan sevgi aşk yalnızlık ve yabancılaşma temalarının olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Sabahattin Ali’nin 1928 yılında Almanya’ya devlet kanalıyla gönderildikten sonra orada tanıştığı ve âşık olduğu Frolayn Puder adlı bir bayanla yaşadığı yoğun duygular da eserin yazılmasında diğer bir etken olarak karşımıza çıkar.
Kürk Mantolu Madonna iki farklı anlatıcının bakış açısıyla kaleme alınan ve bu anlatıcılar yoluyla yabancılaşma olgusuna birçok cepheden yaklaşan bir romandır. Romanda, kahraman-anlatıcının yerinde herkesin sıradan ve sıkıcı olarak gördüğü Raif Efendi’nin iç dünyasını, Raif Efendi’ye ait bir hatıra defteri aracılığıyla keşfetmesi ve onun yabancılaşmasının nedenleri anlatılır. Kürk Mantolu Madonna romanında, romanın aslî kahramanı Raif Efendi üzerinden değerlendirilmekle birlikte, kahraman-anlatıcı ve Maria Puder gibi karakterlerin de yabancılaşmasına dikkat çekilecektir. Gerek kahraman-anlatıcı, gerek Maria Puder Raif Efendi’nin yalnızlığının ve yabancılaşmasının sebeplerini açığa çıkaran karakterlerdir.
Bu açığa çıkarmada Raif Efendi gibi bu iki karakterin de edebiyat ve sanatla meşgul olmaları ve dolayısıyla insanı çözümlemede ve gözlemlemede edebiyatın ve sanatın gücünden faydalandıklarını söylemek gerekir. Her üç karakter de genel kabulün dışında bir yaşam ve bir felsefe geliştirmiş, hakikî insanı aramak için ısrar etmiş ve çevrelerine karşı yabancılaşmışlardır.

“Olasılıksız” kitabı son dönemde okuduğum en güzel romanlardan biri. Özellikle mühendislik kökenli ve matematiğin güzelliklerine inanan biri için hiç sıkılmadan okunabilecek bir kitap Kitap olasılık teorilerinin hayatın akışında nasıl yönlendirmeler yapabileceğini açıkça ortaya koyuyor.Örneğin; 58 kişilik bir sınıfta iki kişinin aynı gün (yıl dikkate alınmaksızın) doğma olasılığı sizce kaçtır?
Böyle bir konuda iddia girmek ister misiniz?
Kitabı okumadan önce gözü kapalı olarak böyle bir tesadüfün olamayacağı ya da çok düşük olabileceği konusunda iddiaya girmeyi düşünürdüm ancak kitapta yapılan hesap ile aynı günde doğma ihtimalinin %99.4 olması beni çok şaşırttı.Romanı okurken şizofreninin hastalık mı yoksa avantaj mı olduğu sorusunu soruyor ve şizofreninin gerçek nedenini merak ediyorsunuz.Ayrıca roman; ilk bakışta son derece büyük bir problem ve sorun olarak görülebilen durumların nasıl bir avantaja çevrilebileceğini ve her olumsuzluğun hayatta olumlu ve mükemmel sonuçlar ortaya çıkarabileceği gerçeğini de hatırlattı.

Denis Diderot (1713-1784), kendisinden önce Voltaire’de olduğu gibi, onlara karşı cephe almadan önce Cizvitlerden çok iyi bir eğitim gördü. Bir meslek edinmeyi reddederek ödeneğinin kesilmesine rağmen çok uzun süre parlak bir öğrenci olarak eğitimine devam etti. Matematikten ve bilimlerden eski ve modern dillere kadar her alanda temel bilgileri adım adım kazandı. Bütün bu dönem, yıllar yılı yoksulluk ve belirsizlik içinde geçti. Önemli düşünce kitaplarını İngilizceden Fransızcaya çevirerek tanınmaya –ve para kazanmaya- başladı. İlk özgün kitabı Felsefe Konuşmaları 1746’da çıktı ve aynı yıl Ansiklopedi’yi çıkaranlara katıldı.
Söz konusu ansiklopedi, başlangıçta Chambers’ın 1728 tarihli Cyclopedia’sının İngilizceden Fransızcaya çevrilmesiyle tamamen ticari, mütevazı bir işti. Fakat proje büyüdü ve başlangıçtaki niyetlerle hiçbir bağı kalmadı. Diderot, ansiklopedinin yayıncısı oldu. Bu onun ana işi ve 1772’ye kadar gelir kaynağıydı. Yıllar geçtikçe Diderot yönetiminde cilt cilt yayınlanan ansiklopedi sonunda 35 cildi buldu. Ansiklopediyi önemli kılan şey, Voltaire’in İngiltere’den Fransa’ya ithal ettiği yeni bilgi yaklaşımını –Francis Bacon’ı ve Isaac Newton’ı- bu yaklaşımın başlıca kurucuları olarak gören ve onu, hepsinden önce John Locke’un temsilcisi olarak gördükleri felsefi bir yaklaşımla bilimsel yaklaşımı- somutlamış olmasıydı. Diderot, bir yayıncı olarak amacının “yaygın düşünce tarzını değiştirmek” olduğunu belirtmişti ve bunu çok büyük ölçüde başardı.

Eserleri, görüşleri ve yaşam tarzıyla Kral’a ters düşen Thomas More, 6 Temmuz 1535’te “kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca davranmak ? suçuyla idama mahkum edildi , kafası kesildi ve ibreti alem olsun diye Londra Köprüsü’den halka teşhir edildi. İdam edileceği kendine bildirildiğinde her zamanki güler yüzüyle şunları söyleyecekti; ?Krala gönlüm borçlu kaldı. Bu berbat dünyanın acılarından beni böyle çabuk kurtarma yüceliği gösterdiği için.? Ardından More bir şölene gider gibi giyindi. Celladı yanına geldiğinde ona bir altın lira hediye verdi. Cellat geleneklere uyarak diz çöküp onu bağışlamasını dileyince celladı ayağa kaldırıp öptü. Başını kütüğün üstüne koydu. Sakalını yana çekti. Son şakasını yaptı; “Ne de olsa sakalım vatana ihanet etmedi. O da ölüm cezasına çarptırılmasın?
Aradan neredeyse 500 yıl geçti; insanlığa, bütün dillerde taht kuran “Yok-ülke ” anlamındaki “ütopya” kavramını armağan eden Thomas More ve eseri Ütopya, hafızalarda silinmeyen bir yer edindi. Thomas More, 1516 yılında, dostu Erasmus’a Ütopya’yı yazarken yüreğinin kabardığını söylüyordu. Ütopya, yalnız onun değil, okuyan herkesin yüreğini kabartıyor.
“Ütopya’da; her şeyin herkese ait olduğu bu yerde, insanlar, bütün ihtiyaçlarının karşılanacağından eminler. Orada zengin de yoktur fakir de. Kimsenin hiçbir şeyi yoktur, ancak herkes zengindir. Bundan daha büyük bir zenginlik olabilir mi? Günlük ekmeğin peşinde koşmadan, oğlunun sefalet içinde yaşayacağını düşünmeden, kızının çeyizi için endişe duymadan, herkesin; kadınların, çocukların, torunların, torunlarının torunlarının ve daha sonraki kuşakların mutlu bir yaşam süreceğinden emin olarak…”

Kitap 1499 da Venedik te Aldus Manutius tarafından basılmıştır. Kitabın yazarı bilinmemektedir (anonim), ancak her bir bölümün çarpıcı bir şekilde bezenmiş ilk harfi alınarak oluşturulan bir akrostiş POLIAM FRATER FRANCISCVS COLVMNA PERAMAVIT, "Birader Francesco Colonna Polia'yı çok sevmişti." cümlesini ortaya çıkarmaktadır. Bu isimde bir Venedikli keşişi tarih kaydettiğinden, kitabın yazarının bu Francesco Colonna olması ilk akla gelen sonuçtur. Ancak kitabın yazarlığının, 15. yüzyıl İtalyan ressam şair, filolog, filozof, müzisyen, mimar ve Rönesans adamı' teriminin sembollerinden Leon Battista Alberti ya, veya Floransalı meşhur hanedanın çıkardığı en büyük devlet adamlarından Lorenzo de' Medici ye, hatta matbaacı Aldus Manutius a atfedildiği de olmuştur.
Kitabın metni Latinleştirilmiş tuhaf bir Orta Çağ İtalyanca sında kaleme alınmış, Latince ve Eski Yunanca 'dan yazar tarafından türetilmiş, ancak tam karşılıkları kesin olarak anlaşılamayan kelimeler ve dönemin olağan İtalyanca sı da kullanılmıştır. Resimlerde (doğru) Arapça ve İbranice kelimeler ve (yanlış) hiyeroglif figürleri de bulunmaktadır. Colonna aynı zamanda sırları sadece kendisinde saklı bir dilin ifadelerine de başvurmuş görünmektedir. Bu dil kargaşasının yanı sıra, kitapta kullanılan cümleler de tuhaflıklar arzetmektedir. Çok uzun ve değişik kapsamlara ait, anlam çelişkileri içinde, yarıda kesilmiş veya öncesindeki ya da sonrasındaki cümleyle bağlantısı kopuk pek çok cümle bulunmaktadır. Akrostişin farkına varılmasından sonra, pek çok uzman kitabın tamamının şifrelerle dolu olabileceği düşüncesiyle uzun ve titiz çözümleme çalışmaları yürütmüşler, ancak nihai veya tatmin edici bir sonuca ulaşamamışlardır.
Kitabın konusu 1467 yılında geçmektedir. Kahramanı Poliphilo (Eski Yunanca 'poli' -çok- ve 'philos' -sevgili- kelimelerinden 'pek çoklarını seven' gibi bir anlam çıkmaktadır) aşkı Polia'nın (pek çok şey) arayışı içinde bir çeşit pastoral veya bukolik rüya ülkesinde farklı (ve bazen tuhaf) sahnelerde yer almakta, ve kitabın özü bu sahnelerin tasvirinden oluşmaktadır. Yazar metninde, ne ayrıntıların uzun uzadıya tarifinden, ne de mübalağa sanatından kaçınmıştır.Kitap gelmiş geçmiş en güzel matbu incunabula ları içermesi nedeniyle kısa sürede ün kazanmıştır. Tipografi sinin kalite ve parlaklığı, metne uyumu muhteşemdir. Kitapta yer alan 174 tahta kesim illüstrasyon, sahneleri, dekoru ve Poliphilo'nun rüyası boyunca karşılaştığı bazı karakterleri resmektedir. Bu imajlar Rönesans da Eski Yunan ve Roma estetik değerlerinin nasıl anlaşıldığını göstermeleri bakımından da önemlidir.
Kitap, başta psikoloji biliminin kurucularından olan ve rüyalara ilişkin teorilerini geliştirirken bu eserden kaynak olarak yararlanan Carl Jung ve 19. yüzyıl İngiliz illüstratörleri gelmek üzere, geniş bir hayran kitlesi toplamıştır. Metnin tuhaflıkları ve anlaşılmaz kalan yanları nedeniyle yabancı dillere çeviriler kısmi veya yüzeysel kalmış, İngilizceye tam çeviri teşkil etme iddiasındaki bir versiyon ancak 1999'da, kitabın basımından 500 yıl sonra müzikolog Joscelyn Godwin tarafından yayınlanmıştır. Aşağıda bağlantıları verilen ve (kitapta kullanılan dillere vakıf olmak şartıyla) profesyonel veya amatör şifre çözücülerin fikirlerinden yararlanılması amaçlı iki internet sitesinden birinin Massachusetts Institute of Technology, diğerinin de İtalyan devletince finanse edilmesi, kitabın ne anlattığının hala tam anlaşılamadığını ortaya koymaktadır.

Süper Kahraman Filmlerinde Gelmiş Geçmiş En Havalı Kostümler

Zaman Yolculuğu Konulu En İyi 10 Film

Cennet Ülke İzlanda'yı Görmek İçin 11 Sebep

Aynı Yönetmen Tarafından Yönetildiğine İnanamayacağınız Filmler

Yabancı Dizilerde İzleyicilerin Nefretini Kazanmayı Başarmış Karakterler

Milli Sporcumuz Yusuf Dikeç Sosyal Medyada Dünya Çapında Trend Oldu. İşte O Paylaşımlar

2024 Yılının En İyi Korku Filmleri

Meşhur TV Dizilerinin İlk Bölümlerinden Sahneler

Sıcak Yaz Günlerinde Evde Yapılabilecek 13 Aktivite

Drone İle Çekilmiş, Dünyayı Kuşbakışı Gösteren 23 Mükemmel Kare

Türk Televizyonlarının En Çok Özlenen Nostaljik Dizileri

11 Adımda Nasıl YouTuber Olunur?

Netflix'in Ses Getiren Yapımı 3 Cisim Problemi Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Çok Acıklı Hayat Hikayelerine Sahip 11 Süper Kahraman

Freelance Çalışmanın 5 Önemli Avantajı

Neden Bir Sevgilin Yok? Sorusuna Bir Erkeğin Verebileceği En Karizmatik 20 Cevap

Türk Sinemasının En İyi 11 Biyografi Filmi

İlk Buluşmada Asla Yapılmaması Gerekenler

İşe Geç Kalanların Ardına Sığındığı Bahaneler

Tüm Dünyaya Amerikan Filmleri Sayesinde Öğretilmiş 17 Çok Önemli Hayat Dersi